Ana içeriğe atla

Neden Öfke Hissederiz?

Öfke hepimizin zaman zaman hissettiği, bazen başımızı derde sokan, problemlerin büyümesine sebep olabilen, yakınlarımız tarafından baş etmekte zorlanılabilen bir duygudur. Öfkeyi anlayabilmek için öncelikle bu duygunun her zaman bir sonuç duygusu olduğunu bilmemiz önemlidir. Yani öfke hissedebilmek için önce başka duyguları hissetmiş olmalıyız. Örneğin eşimizle yaşadığımız bir konuda kendimizi değersiz hissetmiş, arkadaşımızla yaşadığımız bir olayda kendimizi kullanılmış hissetmiş, ailemiz tarafından yalnız bırakıldığımızı hissetmiş olabiliriz ve bu ilk hissettiğimiz duygu bizi öfke hissine sürüklemiş olabilir. Bu yüzden öfke duygumuzu anlayabilmek için öncelikle tetikleyen ön duyguyu bulmalıyız. Peki neler bizi tetikler ve öfke hissetmemize neden olur?

Hayır diyememek öfke duygusunun en önemli sebeplerinden biridir. Bazı insanlar etrafındakileri aşırı önemser, yakınlarını kırmaktan, üzmekten aşırı tedirgin olur. Bu yüzden de aslında hayır demek istediği, yapmakta zorlanacağı ya da öncelik olarak başka bir şey yapması gerekmesine rağmen yakınlarının isteklerini reddedemez ve istenilene evet der. Karşı tarafı kırmamak adına söylenen evet aslında kişinin kendisini çok daha çıkmaza sokmakla beraber, bazen daha çaresiz hissetmesine de neden olur. Bu çaresizlik hissi de kişiyi öfke hissetmesine neden olur. 

Kaygı düzeyi yüksek olan kişiler de daha fazla kendilerini öfkeli hissedebilir. Kaygı çok normal ve gerekli bir duygudur. Eğer kaygı duygusu hissetmezsek kendimizi korumak zorunda hissetmeyiz. Örneğin düşününki karşıdan karşıya geçeceksiniz. Hepimiz trafik lambalarına dikkat eder ya da sağına soluna ve tekrar sağına bakarak karşıya geçeriz değil mi? Eğer kaygı duygumuz olmasa hiç bir trafik ışığına bakmadan ya da kendimizi koruyacak olan sağa, sola ve tekrar sağa bakma eylemini gerçekleştirmeyiz ve direk karşıya geçmeye çalışırız. Kısacası kaygı duygusu bizi koruyan bir duygudur. Ancak bazı kişiler bu kaygı hissini başkalarına göre çok daha fazla, çok daha sık hisseder, hatta bazıları kontrol dışına çıkma ve işlevselliğini yitirme noktasına gelebilir. Bu noktada kaygı hissi baş etmesi zor bir duygu haline gelir ve çaresizlik, yılgınlık, bitkinlik, baş edememe, yetersizlik, korku, panik gibi duygular kişiyi daha hızlı öfke hissetmeye iter.

Çift problemleri de öfke hissini tetikleyen durumlardan biridir. Eş/partner ilişkisi hayatımızın merkezi noktalarından biridir. Eşimizle çözemediğimiz, kronikleşmiş bir problem bir çok duyguyu bir arada hissetmemize sebep olabilir. Örneğin uzun zamandır yaşadığımız ve çözmek istediğimiz bir konu var. Çift olarak bu konuyu belirli aralıklarla konuşuyoruz. Fakat çözümlenemiyor. Her konuşmamız bir süre sonra eşimiz tarafından duyulmuyor olduğumuzu, eskisi kadar değerli olmadığımızı, yalnızlaştığımızı vb. gibi duyguları ortaya çıkarıyor. Bu duygular yine bizi öfke hissetmemize neden olabiliyor. 

Beklentilerimizin karşılanmaması da bizi öfke hissine götürebilir. Hepimizin birbirinden bir takım beklentileri vardır. Günlük hayatımızda bu beklentiler çoğu zaman konuşulmadan, bazen sorumlulukların paylaşılmasıyla, bazen taleplerimizi ileterek bu beklentilerin karşılanmasını sağlarız. Ancak bazı durumlarda da beklentilerimizin net olmaması, net ifade edilmemesi ya da aynı ihtiyaçlara sahip olmamamız gibi nedenlerle gerçekleşmeyebilir. Gerçekleşmeyen beklentilerde öncelikle kendimizi değersiz, yalnız, terk edilmiş, anlaşılmamış, sevilmemiş, önemsiz gibi duygular hissetmemize neden olur. En başta da söylediğimiz gibi bu öncelikli duygular da bizi öfke hissine götürecektir. 

Çatışma ortamı oluşturmamak adına bir çok kişi insanları alttan alma, kendini net ifade etmeme gibi eylemlerde bulunmasına neden olur. Konuşulmayan konular aslında çözülmemiş, gelecekte tekrar gündem oluşturabilecek birer maddedir. Çatışmadan uzaklaşma ihtiyacı aslında bizim bir problemi çözme ihtimalimizi de düşürmektedir. Bu da gün geçtikçe içimizde bazı duyguların birikimine neden olur. Her birikimin mutlaka bir patlaması da olur. Bu yüzden çatışma ortamı oluşturmak istemiyorsak asıl yapılması gereken konudan kaçmak yerine kendimizi, duygularımızı ve düşüncelerimizi daha net ve daha sakin bir şekilde ifade etmektir.

Öfkeyi anlamak, kontrolünü sağlamak adına atacağımız ilk adımdır. Altta yatan duygu yani tetikleyici bulduktan sonra yapabileceklerimiz ise zor olsada kendimizi geliştirebileceğimiz davranışlardır. Peki öfkeyi kontrol edebilmemizi sağlayan diğer adımlar nelerdir?

Öfke tırmanışa geçen bir duygudur. Bu tırmanış esnasında düşünceler, fiziksel hissiyatlar da bazen yavaş yavaş bazen de hızlıca yukarı tırmanışa geçer. Özellikle vücudumuzda karıncalanma, kasılma, kafamızda sıcaklık hissi, gerginlik, boğazda yutkunma ihtiyacı vb. gibi hisler ortaya çıkabilir. Öfke hissini bir çan eğrisine benzetecek olursak, eğrinin en üst noktasına gelmeden oraya yakın olduğumuzu anlamamız ve süreci durdurmamız çok önemlidir. İlk başlarda bu çizgiyi anlamak biraz zor olabilir ama emin olunki mutlaka o noktaya gittiğimizi işaret eden sinyaller vardır. Bu sinyalleri fark etmek ve durmak eşiği geçmemize engel olacaktır. 

Öfke hissinin yükseldiğini hissettiğimizde tekrar sakinleşmek bir sonraki adımdır. Bunun için derin ama yavaş, nefes alma teknikleri uygulayabilir, konuşma içerisindeysek mola isteyebiliriz. (Eğer mola istiyorsak mutlaka tekrar bu konuyu ne zaman konuşacağımızı bildirmek ve bunu gerçekleştirmek karşı taraf için çok önemlidir. Eğer konuşmaya tekrar dönülmez ise karşımızdaki kendini değersiz, anlaşılmamış hisseder ve bu da onu öfke hissine götürebilir.) 

Sakinleşme süreci herkes için farklıdır. Bazılarının daha fazla zamana, bazılarının yalnız kalmaya, bazılarının başkaları ile konuşmaya ihtiyacı vardır. Burada da herkes kendi sakinleşmesinden sorumludur ve birbirimize sakinleşme alanı ve süresi tanımamız da çok önemlidir. 

Bu adımlar öfke kontrolü yapabilmemize yardımcı olacaktır. Ancak önemli olan öfke duygusunun geçmesini sağlamaktan çok asıl problemi çözmektir. Öfke kontrolü yanlış davranış ve sözlerden bizi korumak için önemlidir. Asıl amaç ise bu duyguyu hissetmemeye çalışmak değil, bu duygudan önce hissettiğimiz duygu ile çalışmaktır. Terapide de yaptığımız öfke duygusunun nedeni bulup, eğer orada bir hassasiyetlik var ise, geçmişten getirdiğimiz ve takıldığımız bir konu var ise bunları çözmek ve öfke duygusu ile daha iyi baş etmemizi sağlamaktır. 

Si Psikoloji

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Psikoterapi Nedir Ne Değildir?

Günümüzde artık insanların birçoğu psikoterapiyle ilgili fikir sahibi. Kendileri gitmese bile çevrelerinde psikoterapiye giden kişi sayısı artmakta ve terapi odasına dair anıları dinlemekte, paylaşmaktalar. Fakat psikoterapiyi anlamak için çevreden gelen deneyim aktarımları yeterli değil, hatta kendisi düzenli danışan olan birisi bile içerideki işleyişe tam anlamıyla hakim ve dahil olamayabilir. Peki psikoterapi nedir? Seans odasında neler olur? Her psikoterapistin danışanına yaklaşımı aynı mıdır? Öte yandan psikoterapiden neler bekleyemeyiz? Psikoterapi ne değildir ve olmamalıdır? Psikoterapi, kısaca kişilerin yaşadığı bilişsel, duygusal ve davranışsal problemlerin çözümünü amaçlayan, ruh sağlıklarını geliştiren ve kişinin süreç içerisinde yaşadığı dönüşümü korumak için kullanılan tekniklerin genel adıdır. Psikoterapi dendiğinde aklımıza kesin ve tek bir uygulama biçimi gelmemelidir. Bilişsel Davranışçı Terapi, Varoluşçu Terapi, Psikodinamik, Gestalt Terapisi, Şema Terapi, EMDR (Gö...

Kayıp Sonrası Yaşanan Yas Süreçlerine Bir Bakış

İnsanlık tarihi boyunca ölüm fikrine ve başkasının ölümüne ya da değerli bir parçanın kaybına verilen tepkiler, bu olguları algılayış biçimi değişkenlik gösterse de ölüm karşısında endişe duymak ve sonucunda yas tutmak evrensel deneyimlerdir. Günlük yaşantısında ölümü pek de aklına getirmeyen insan için Antik çağlarda bu durum günümüze göre daha kolay hazmedilir ve doğaldı. Gelişen insanlık tarihi ve teknoloji ile beraber ise ölüm kabul etmesi çok daha zor bir olguya dönüştü. Sevilen ve değer verilen birinin veya bir şeyin kaybı dolayısıyla yaşanan acı olarak tanımlayabileceğimiz yas sürecini de oldukça normal ve sağlıklı olmasına rağmen bugün hayatımıza kabul etmekte zorlanabiliyoruz. Oysaki sevdiğimiz birini ya da bir şeyi kaybetmek hayatın olağan akışına dâhildir ve yaşamla ayrılmaz bir bütündür. Bu yazımızda yas sürecinde yaşanabilecek duyguları Kübler-Ross’un yasın beş aşaması modeline dayandırarak anlatacağız ve yasın bağlı olduğu parametrelerden bahsedeceğiz. İsviçreli psikiyat...

İnfertilite ve Tüp Bebek Tedavisinde Depresyon, Kayıp, Yas Süreçleri

Halk arasında kaba tabiriyle kısırlık olarak bilinen infertiliteyi Dünya Sağlık Örgütü “en az 12 ay korumasız cinsel ilişkiye girilmesi durumunda gebe kalınmaması” olarak tanımlar (Karpat ve Erensoy 2020, 462). Çiftlerin ikisinden birinin üreme organlarındaki sağlık sıkıntılarından meydana gelebilen infertilitenin henüz bilinmeyen sebepleri de olabilmektedir. Türkiye’de infertilitenin yarattığı psikolojik sorunlardan etkilenen taraf daha çok kadınlar olduğu için bu yazımızda kadınların yaşadığı süreçlere ve bu süreçlerde başlarına gelebilen psikososyal sıkıntılara odaklanacağız.  Dünyada her on kadından birisi, Türkiye’de ise evli her 6 kadından birisi infertilite ile karşılaşabiliyor (Koçyiğit 2012, 28). Infertilite, birincil infertilite ve ikincil infertilite olarak iki alt başlık halinde yaşanabiliyor: Birincil infertilite tanımı hiç hamile kalamama durumu için kullanılıyorken ikincil infertilite ise doğumdan önce sonlanan gebelikler için kullanılan bir tanım. Infertilite ile...