Halk arasında kaba tabiriyle kısırlık olarak bilinen infertiliteyi Dünya Sağlık Örgütü “en az 12 ay korumasız cinsel ilişkiye girilmesi durumunda gebe kalınmaması” olarak tanımlar (Karpat ve Erensoy 2020, 462). Çiftlerin ikisinden birinin üreme organlarındaki sağlık sıkıntılarından meydana gelebilen infertilitenin henüz bilinmeyen sebepleri de olabilmektedir. Türkiye’de infertilitenin yarattığı psikolojik sorunlardan etkilenen taraf daha çok kadınlar olduğu için bu yazımızda kadınların yaşadığı süreçlere ve bu süreçlerde başlarına gelebilen psikososyal sıkıntılara odaklanacağız.
Dünyada her on kadından birisi, Türkiye’de ise evli her 6 kadından birisi infertilite ile karşılaşabiliyor (Koçyiğit 2012, 28). Infertilite, birincil infertilite ve ikincil infertilite olarak iki alt başlık halinde yaşanabiliyor: Birincil infertilite tanımı hiç hamile kalamama durumu için kullanılıyorken ikincil infertilite ise doğumdan önce sonlanan gebelikler için kullanılan bir tanım. Infertilite ile karşılaşan kadınlar uzun süreli ve çeşitli aşamalardan oluşan hormon tedavilerine başlıyorlar. Bu tedaviler işe yaramazsa son çare olarak tüp bebek tedavisini deniyorlar, ki bu da oldukça uzun ve ekonomik olarak maliyetli bir süreç. Tüp bebek tedavilerinin başarı oranı ise %20-40 civarlarında. Bunların sonucunda söyleyebiliriz ki infertilite ile yüzleşmek de tedavi süreçleri de kişiler için fiziksel, psikolojik, sosyal ve ekonomik anlamda oldukça yıpratıcı sonuçlar doğurabiliyor. Şunu da belirtmekte fayda var: Infertilite ile mücadele eden kadınlar hamile kalabilsin ya da kalamasın, düşük yapsın ya da yapmasın; bu durumu bir kayıp olarak algılayıp yas süreçleri yaşayabiliyor (Koçyiğit 2012, 28). Uzun süren tedavilerden ve kullanılan onca hormondan sonra bedenen ve ruhen yıpranan kadınlar, hamile kalamayışlarını başarısızlık ve kayıp olarak deneyimleyebiliyorlar. Hatta kadınlar bu süreçte kendilerini daha az değerli ve yeterli görebiliyorlar (Aktürk 2006, 9).
Kadınların infertilite tanısı aldıktan sonra uzun süren ve birçok duygusal aşamadan oluşan psikolojik evrelerden geçtikleri bilimsel birtakım çalışmalarla kanıtlamış durumda. İlk olarak, tanı aldıklarında ani bir şok ve inkar yaşayan kadınlar için durumu kabullenmek zor olabiliyor ve profesyonel bir yardım almadan önce uzunca bir süre bekleyebiliyorlar. Bu durum başta olumsuz algılansa da aslında kişinin infertiliteye uyum sağlarken kendisine izin vermesi gereken bir süreç. Fakat inkar aşaması uzun sürerse durum sağlıksızlaşabiliyor ve infertiliteye duyulan öfke de artıyor. Kadınların, yaşamlarının kontrollerinin dışına çıktığını hissetmeleri strese sebep oluyor ve bu dönemde eş, aile ve yakın çevreden destek görememek öfkeyi artırabiliyor. Özellikle eşlerin durumdan aynı oranda etkilenmediği vakalarda öfke birbirine yansıtılarak büyümeye devam ediyor. Bir sonraki aşamada kişi tanrı ile pazarlık etmeye girişiyor ve “Eğer çocuğum olursa ihtiyaç sahibi insanlara yardım edeceğim, adaklar adayacağım.” gibi söylemler geliştirilebiliyor. Süreç kişinin kendisini suçlaması ve geçmişte infertiliteye sebep olabilecek bir şeyler yaptığı pişmanlığıyla devam ederken tüm bunlar kişiyi yalnızlığa itebiliyor. Yalnızlık hissi yaşamak, tanı ve tedavi süreçlerinde en çok karşımıza çıkan durum. Çünkü infertilite ile baş eden kadınlar anlaşılmadıklarını düşünüp kendilerine bu durumu hatırlatan olay, yer ve kişilerden uzak durabiliyorlar. Bir diğer ve önemli mesele ise çocuk isteyip de yapamayan kadınların vücutları üzerindeki kontrollerini kaybettiklerini düşünmeleri. Özellikle bu düşünce onları güçsüzlük hissiyle baş başa bırakıyor. Başarısızlık hisleri gittikçe perçinlenen kadınların öz saygılarında da bir azalma görülebiliyor. Çünkü idealize ettikleri yetişkinliği ve ebeveyn olmayı tadamadıkları için kendilerini eksik, boş, “küçük kadın” olarak görebiliyorlar (Aktürk 2006, 26). Yukarıda da belirttiğimiz gibi düşük yaşansın ya da yaşanmasın kayıp yaşadığını hissetmek de infertil kadınların yaşadıkları ortak deneyimler arasında ve duygusal açıdan oldukça önemli bir nokta. İnfertilite, kişilerin çocuk sahibi olmak isteyene kadar pek de alışık olmadıkları bir kader çeşidi aslında. Buna bir organ kaybı gibi, sıkıntılı bir kronik hastalık süreci gibi bakılabilir. Gerçek bir kayıp gibi değil de potansiyel bir kayıp gibi; hayallerinin kaybı ve idealize edilen ebeveyn olmanın kaybı gibi; biyolojik açıdan genetik devamlılığın kaybı gibi, daha önce de belirttiğimiz gibi kadınların bedeni üzerindeki kontrollerinin kaybı gibi ve tabii ki potansiyel bir çocuğun kaybı gibi…
Tüm bu psikolojik süreçler beraberinde umutsuzluğu ve derin bir depresyonu getirebiliyor. Tedaviye başlarken umutlu olan kadınlar süreçte olumsuzluklar yaşadıkça kaygı seviyeleri artabiliyor ve tedavi sürecinin oldukça stresli olması dolayısıyla anksiyete seviyelerinde artış gözlemlenebiliyor. Stres, gebe kalınsa bile, “Acaba olumsuz bir şeyler olacak mı?” kaygısıyla beraber devam edebiliyor. Bu noktada sağlık personelinin tutum ve davranışlarının da fazlasıyla önemli olduğunu söylemek zorundayız, zaten stresli olan bir tedaviye devam ederken stres düzeyinin artmasında oldukça belirleyici olabiliyorlar. Ek olarak, bir yandan çocuk bir yandan kariyer yapmaya çalışan kadınlarda daha yoğun stres gözlemlenebiliyor. Evlilikteki cinsel yaşamın bu stresli süreçten etkilenmemesi ise neredeyse imkansız, ovülasyon döneminde planlı yapılmak zorunda kalınan seksten alınan zevkte azalmalar gözlemlenebiliyor. Yine belirtmekte fayda var ki; depresyon ve anksiyeteyle baş etmek zorunda olan kişilerde uyku problemleri, iştah kaybı ve sindirim sistemi problemleri, farklı somatik belirtiler, sevgisizlik, ilgisizlik, beklenmedik ağlama krizleri, kendini eleştirmede artış, karar mekanizmalarının zayıflaması, motivasyon kaybı, sosyal izolasyon ve intihar düşünceleri de gözlemlenebilmekte. Depresyon özellikle kayıp hissine karşı verilen ve kriz anlarında ortaya çıkan bir tepki. İnfertilite de aslında yaşamsal bir krizdir ve çözümlenemediğinde ya da çocuk sahibi olamama düşüncesiyle barışılamadığında kişilerde yas ve depresyon semptomları görülebilir. Fakat depresyon sadece psikolojik sebeplerle değil kullanılan hormon ilaçları dolayısıyla da baş gösterebilir. Dolayısıyla tedavinin uzunluğuna göre depresyon düzeyi artabiliyor (Aktürk 2006, 27).
İnfertil kadınların tüm bu durumlarla baş edebilmek için yarattıkları çeşitli psikolojik mekanizmalar mevcut. Peterson ve ark. 2006 yılında yaptıkları bilimsel çalışmalarda bu mekanizmaları “duruma meydan okuma, kendini durumdan uzaklaştırma, kendini kontrol etmeye çalışma, sosyal destek arama, durumun sorumluluğunu kabul etme, kaçış ve görmezden gelme, planlı bir biçimde sorunu çözmeye çalışma ve durumu pozitif bir bakış açısıyla yeniden değerlendirme” olarak sıralamışlar (Peterson ve ark. 2006). Yani aslında infertilite ile mücadele ederken ve çocuk sahibi olmaya çalışırken yaşanan her şey oldukça “normal” ve bu süreçleri sadece birkaç kadın değil infertilite ile baş eden neredeyse tüm kadınlar yaşayabiliyor. Kadınların kendilerini suçlayıp infertilite dolayısıyla cinsellikten kaçınmaları ve yahut kendilerini bilişsel olarak pozitife yönlendirip çocuk sahibi olmak için cinselliğe daha çok yönelmeleri infertilite ile baş ederken yaşanabilen doğal süreçlerdir. İnfertilite ile baş etme sürecinin en önemli parçası ve kadınları en çok rahatlatan şey ise duygusal anlamda eşlerinden ve yakın çevrelerinden gördükleri destektir.
Çocuk sahibi olamamanın kadınlar üzerindeki etkileri ve sonucunda yaşanan durumlar tabii ki sadece bireysel değil. Kadınların sosyal uyumlanmada ve cinsellikte daha fazla zorlandığı toplumlarda, infertilite ile yüzleşen kadınlar bu durumu saklamaya meyilli olabiliyor. Paylaşım eksikliği, duruma verilen psikososyal reaksiyonların şiddetini artırabiliyor. İnfertilite ile başa çıkmakta zorlanan kadınlar bireysel yaşamlarında, evliliklerinde ve sosyal alanlarda fazlasıyla stresli olabiliyorlar. Kadınlar kendi kendilerini yalnızlaştırabilirken, öte yandan, özellikle Türkiye toplumlarında çocuk yapmak aile olmanın birincil koşulu olarak görüldüğü için çocuk sahibi olamamak kadınların sosyal baskı yaşamalarına, ötekileştirilmelerine ve çevreleri tarafından da yalnızlığa itilmelerine sebep olabiliyor. Çocuk sahibi olamamanın suç ve eksiklik olarak algılanabildiği noktada kadınlar çevreleri tarafından hor görülüp dışlanabiliyor. İnfertil kadın için duyarsızca kurulan “Ne zaman çocuk yapacaksınız, seninle aynı yıl evlenenler üçüncü çocuğunu kucağına aldı, Allah olmayana da versin” gibi cümleler oldukça rahatsız edici olabiliyor. Kadınlar için yıpratıcı olan bu söylemler onların “verimsiz bir toprak” gibi hissetmelerine de sebep oluyor. (Koçyiğit 2012, 30). Bazı anlayışsız eşler de bu durumu kadının suçu olarak görüp sadakatsiz davranabiliyor ya da boşanma ve üzerine kuma getirmeyle tehdit edebiliyor. Bu noktada sosyal baskının en yaralayıcı unsurları yakın çevredeki insanlar diyebiliriz.
Özetle infertilite; kadınları duygusal, psikolojik, ilişkisel, sosyal ve ekonomik olarak birçok açıdan etkileyebiliyor. Çocuk sahibi olamamayı üzerlerinde büyük bir baskı olarak hisseden kadınlar yalnızlaşıp kabuğuna çekilebiliyor. Bu yalnızlaşma hisleri ve tedavi süreçlerinin yorucu koşulları kadınlarda depresyon ve anksiyetenin seviyesini artırabiliyor. Fakat bu durumu yaşayan yüz binlerce kadın var ve hepsi de neredeyse aynı süreçleri yaşıyor. Süreci içe kapanarak ve yalnız başına yürütmeye çalışmak oldukça zor ve psikolojik olarak ağır bir yükü sırtlanmak anlamına geliyor. Buna karşın, süreci neler yaşadıklarını paylaşarak; acılarını küçümsemeden onları dinleyen, ilgi ve şefkat gösteren, benzer deneyimleri yaşamış olan kadınların varlığından güç alarak yürütmeye çalışmak bu psikolojik yükü hafifletebiliyor. Yazımızı solandırırken çocuk sahibi olamamanın bir eksiklik olmadığını ve kişilerin kadınlıklarından herhangi bir şey eksiltmediğini vurgulamak ve tüm bu süreçleri paylaşmanın önemini hatırlatmak istiyoruz.
Kaynaklar:
Ak, G. (2001). İnfertil Çiftlerin Depresyon Durumları Ve Başa Çıkma Yollarının İncelenmesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, İzmir.
Aktürk, F. S. (2006). Türk Toplumunun Yardımcı Üreme Tekniklerine Bakışı, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Kadın Hastalıkları ve Doğum Hemşireliği Yüksek Lisans Tezi, Afyon.
Karpat, C. & Erensoy, H. (2020). Tüp Bebek Tedavisi Gören İnfertil bireylerde stres ve stresle başa çıkma yaklaşımları Üzerine Pilot Bir Çalışma . Turkish Journal of Family Medicine and Primary Care , 14 (3) , 461-467.
Koçyiğit, O. T. (2012). İnfertilite ve sosyo-kültürel etkileri, İnsanbil Dergisi 1(1):27-37.
Peterson B.D., Pirritano M,, Christensen U., et al. (2008). The impact of partner coping in couples experiencing infertility, Hum. Reprod, 23, 1128-1137.
Taşçı E., Bolsoy, N., Kavlak, O., Yücesoy F. (2008). İnfertil kadınlarda evlilik uyumu, Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Dergisi 2, 105-110.
Yorumlar
Yorum Gönder