Ana içeriğe atla

Kayıp Sonrası Yaşanan Yas Süreçlerine Bir Bakış

İnsanlık tarihi boyunca ölüm fikrine ve başkasının ölümüne ya da değerli bir parçanın kaybına verilen tepkiler, bu olguları algılayış biçimi değişkenlik gösterse de ölüm karşısında endişe duymak ve sonucunda yas tutmak evrensel deneyimlerdir. Günlük yaşantısında ölümü pek de aklına getirmeyen insan için Antik çağlarda bu durum günümüze göre daha kolay hazmedilir ve doğaldı. Gelişen insanlık tarihi ve teknoloji ile beraber ise ölüm kabul etmesi çok daha zor bir olguya dönüştü. Sevilen ve değer verilen birinin veya bir şeyin kaybı dolayısıyla yaşanan acı olarak tanımlayabileceğimiz yas sürecini de oldukça normal ve sağlıklı olmasına rağmen bugün hayatımıza kabul etmekte zorlanabiliyoruz. Oysaki sevdiğimiz birini ya da bir şeyi kaybetmek hayatın olağan akışına dâhildir ve yaşamla ayrılmaz bir bütündür. Bu yazımızda yas sürecinde yaşanabilecek duyguları Kübler-Ross’un yasın beş aşaması modeline dayandırarak anlatacağız ve yasın bağlı olduğu parametrelerden bahsedeceğiz.

İsviçreli psikiyatrist Elisabeth Kübler-Ross, ölümün travmatik sonuçları üzerine yapılan çalışmalara öncülük etmiş ve karşılaştığı vakalarda gördüğü benzer süreçleri beş başlık altında toparlamıştır: inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabul.  Aslında başta ağır hasta insanlar için öne sürülmüş olan bu beş aşama kayıp ve yas süreçlerine de uyarlanmıştır. Her birey bu aşamaları aynı şekilde yaşamaz; fakat kayıpla yaşamayı öğrenmeye çalışan insanlar için bu beş aşama, onların neler hissettiklerini anlamlandırmalarına yardımcı olabilecek kavramlardır.

Yas sürecinde deneyimleyebileceğimiz aşamaları açmadan önce şunu belirtmekte fayda var: bu aşamalar doğrusal da olabilir döngüsel de, birbirinden zamansal olarak ayrı veya ardışık olmak zorunda değillerdir; iç içe geçmiş ve birbirlerine içkin kavramlar olarak karşımıza çıkar. Yani yas sürecinde olan bir kişi bu aşamaların hepsini aynı günde ve hatta aynı anda bile deneyimleyebilir. Yas süreci oldukça kişiye özel ve biriciktir. Bazılarımız ölüm karşısında duyduğu acı ile ne yapacağını bilemez ve donar; bazılarımız ise acısını bağırarak ve ağlayarak dışa vurur. Kültürden kültüre, kişiden kişiye, yaşa, cinsiyete, eğitim durumuna ve yaşam koşullarına göre değişkenlik gösterebilen yas deneyiminin tek ve doğru bir biçiminden söz edemeyiz.

Şimdi yasta sıklıkla karşılaşılan beş aşamaya dönelim: İlk olarak, ölüm haberiyle karşılaşıldığında hissedilen şey bu haberin doğru olmadığı olabilir . Kişiler, özellikle ölüm haberini aldığı kişinin ölümünü beklemiyorsa fazlasıyla şaşırabilir ve durumu kabul edemez. Kübler-Ross’un inkâr olarak adlandırdığı bu aşamanın temelinde “Ne olur olmasın!” arzusu yatar. Şunu biliyoruz ki aslında hiçbir ölüm ya da kayıp beklendik ve kabul edilebilir değildir. Dolayısıyla durumu inkâr etmek ölüme karşı bir savunma mekanizmasıdır ve bu durumu içselleştirip sindirmeye alan açar. Kayıp, ilk anda kişiye oldukça sert bir acı verir; çünkü sık sık deneyimlenen ve nasıl başa çıkılacağı bilinen bir duygu da değildir bu. Dolayısıyla inkâr bu sertliği bir parça yumuşatabilmesi nedeniyle doğal ve gerekli olabilir. Yakın çevrenin yas sürecinde durumu inkâr etmeye izin vermesi yas yaşayan kişi için durumu kabul etme yolunda oldukça önemlidir. Zamanla ilk şoku atlatan kişide inkâr, yerini kabullenmeye bırakacaktır. 

İkinci aşama olan öfke, insanlar arasında çoğunlukla olumsuz algılanan bir duygu durumu olması hasebiyle sıklıkla bastırılmaya çalışılır. Fakat yas yaşayan kişi, sevdiklerini aldığı için tanrıya isyan edebilir. Öte yandan sevdiklerini kaybettiği için dünyanın adaletsiz bir yer olduğunu düşünüp bir süre etrafındaki insanlara bile öfkeli hissedebilir. Bunların hepsi oldukça normaldir ve yaşanan kayıpla baş etmenin yollarından birisidir, hatta kayıp karşısında yaşanan acıyı hafifletici bir etkisi de vardır. Burada gerekli olan insanın doğal yas sürecine katkısı olan öfkeyi bastırması değil yaşayabilmesidir. Kişi kendisine izin verirse yaşadığı olaya bir süre sonra daha mantıklı tepkiler verebilir hale kendiliğinden gelecektir ve öfkesinin altına sakladığı duygularını da yaşayabilecektir.

Pazarlık aşaması için ise basitçe tanrıyla veya evrenle yapılmaya çalışılan gizli anlaşmalar diyebiliriz. “Lütfen korktuğum şey olmasın, söz daha iyi birisi olacağım, Allah’ım babamı geri ver söz bir daha onu hiç üzmeyeceğim” gibi gibi… Yas sürecindeki kişi kayıp yaşadığında hayatının kontrolü ellerinden kaymış gibi hisseder ve kontrolünü geri kazanmak ister. Bunun için de her yolu dener, kabule geçene kadar kendisinden üstün bir güçle yaptığı iç konuşmalarla bunu sağlamaya, kontrol tekrar kendisindeymiş gibi hissetmeye çalışır. Süreç durumu kabullenmeye doğru giderken pazarlık aşaması da aslında baş etme mekanizmalarına hizmet eder. Yas tutan kişi pazarlık ederek üzüntüsünü, kederinizi erteler, keşkelerin içinde kaybolarak var olan acının şiddetinden bir parça uzaklaşabilir.

Depresyon aşamasında ise kişi artık var olan durumu değiştiremeyeceğini anlar ve duruma karşı duyduğu üzüntü ve acıyı yaşamak için kendisine izin verir. İnkâr bitmiştir artık ve kişi kendi içine çekilmeye başlar, dünyevi zevklere ilgisini kaybedebilir ve yalnız kalarak düşünmeye ve sakin vakitler geçirmeye eğilimli hale gelebilir. Depresyon yasın en sakin ve kişinin en çok kendi içine kapandığı aşama olarak karşımıza çıkar. Durum karşısında artık pasifize olmaya başlayan kişi yavaş yavaş durumu kabullenerek bu süreci sağlıklı bir şekilde atlatmaya yakınlaşır. Fakat dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta şu ki depresyon yas aşamalarından en zor başa çıkılanıdır ve süreç uzayıp şiddetlenirse patolojik bir hal alabilir. Sağlıklı olarak değerlendirilen yas süreçleri 6 ay ile 2 yıl arasında değişmektedir ve giderek hafiflemeye eğilimlidir. Depresyon işin içinden çıkılamaz bir hal alırsa bir profesyonelle görüşmek kişi için çok daha sağlıklı olacaktır.

Son aşama olan kabul, kişinin artık normalleşmeye başladığı, durumu kabul edip onla yaşamaya alışabilecek hale geldiği bir süreçtir. Kabul aşamasında kişinin bir anda mutlu ve güzel günlerine geri dönmesi gibi bir geçiş pek mümkün değildir, acılı kaybın burukluğu devam edebilir; fakat bu acı ile yaşamak ve geriye dönüp yaşananlara mantıklı bir gözle bakabilmek daha kolay ve baş edilebilir bir hal alır. Gerçeklik algısı dağılan kişiler yavaş yavaş kaybettiği kişinin olmadığı bir dünyaya alışır ve günlük hayatını olağan akışında sürdürebilir.

Yukarıda söylediğimiz gibi bu aşamalar doğrusal bir çizgide adım adım yaşanmayabilir, iç içe geçmiş birer döngü gibilerdir. Yasın yoğunluğu kişiden kişiye farklılık gösterebileceği gibi kaybedilen kişiyle yakınlığa, kaybedilen kişinin yaşına, cinsiyetine, kaybın aniliğine, kaybedilen kişiyle kurulan ilişkinin niteliğine, kurulan bağın kuvvetine göre de farklılaşır. Dolayısıyla her birey, yaşadığı her farklı kayıptan farklı biçimlerde etkilenir. 

Yazımızı George Engel’in 1961 yılında yazdığı “Is Grief A Disease?” (Türkçesi: Yas Bir Hastalık Mı?) makalesinde kaybı fizyolojik olarak ağır bir yaraya benzetmesiyle bitirmek yasın nasıl bir süreç olduğunu somutlaştırmak adına güzel bir metafor olacaktır. Engel’e göre ciddi sıkıntılara yol açan ve iyileşmesi uzun süren fiziksel bir yaralanma ne kadar travmatikse yas da o denli travmatiktir. Yaranın iyileşme süresine ihtiyacı olması gibi yas tutan kişinin de yeni bir gerçekliğe alışması için belli bir zamana ihtiyacı vardır. Fakat ciddi fizyolojik yaralar tam anlamıyla eski haline dönmeyebilir, tıpkı sevdiğimiz birinin kaybından sonra, doğal olarak, eski halimizin birebir aynısı olamayacağımız gibi… 

Kaynaklar:

Bal, N. B., İlhan, R. S., Kaplan, B., Cankorur, V. S., Çevik, A. (2014). Psikoz sanılan patolojik yas: Olgu sunumu. Kriz Dergisi 22/(1-2-3): 13-19.

Baş, S. (2016). Posttraumatic growth and core bereavement in grieving individuals: Examining the five stages of grief (Klinik psikoloji yüksek lisans tezi). Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Bolu.

Bildik, T. (2013). Ölüm, kayıp, yas ve patolojik yas. Ege Tıp Dergisi 52/(4): 223-229.

Engel, G. (1961). Is grief a disease? A challenge for medical research. Psychosomatic Medicine, 23: 18-22.

Gregory, C. “The Five Stages of Grief: An Examination of the Kubler-Ross Model” Son güncelleme 14 Nisan, 2022. https://www.psycom.net/depression.central.grief.html

Kahraman, S. (2021). Yas Süreçleri ve Kişilik. Ankara: İksad Yayınevi.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aç Değilim ama Yine de Yemek Yiyorum...

- Sıkıntılı olduğumda yemek yiyorum. - Moralim bozulunca buz dolabına yöneliyorum. - Yemekten önce sıkıntılı oluyorum. - Stesli zamanlarda yemek yemek beni rahatlatıyor. - Yemek yedikten sonra kendimi suçlu hissediyorum. - Aç değilim ama yine de yemek yiyorum. Siz de yukarıdaki durumları yaşıyorsanız eğer, bu yazı sizin için... Aç olmadığınız halde, mutlu, üzgün ya da sıkıntılı olduğunuz zamanlarda yemek yiyebilirsiniz. Fiziksel açlık  dışındaki nedenlerle yemek yeme aktivitesine “duygusal yeme” denir. Peki duygusal yemeniz olup olmadığını nasıl anlarsınız? Fiziksel açlık yavaş yavaş belirirken, duygusal yeme aniden olur. Fiziksel açlık bekleyebilir, duygusal yeme hemen giderilmelidir. Fiziksel açlıkla yiyorsanız doyduğunuzda durabilirsiniz ancak duygusal yeme ile yiyorsanız doymuş olsanız bile yemeğe devam edersiniz. Gerçekten açlık nedeniyle yemek yiyorsanız pek çok seçeğene açık olurken, duygusal yeme ile yediğinizde genellikle; pizza, çikolata,...

Cinsel Mitler

Cinsellik insan yaşamındaki en haz verici ve en temel gereksinimlerden biridir. Kişinin başka bir kişiyi bedensel ve ruhsal olarak tanımasına, kabullenmesine ve çok özel bir haz alışverişine olanak veren, en üst yakınlaşma eylemidir. Cinsellik de yemek yemek, giyinmek, temizlenmek gibi öğrenilmesi gereken bir eylem olmasına rağmen maalesef genellikle hakkında hiç konuşulmayan, yokmuş gibi davranılan bir konudur. Toplumsal bir eylem olduğu için; kültürel etkilere açıktır. Kuşaktan kuşağa aktarılan bilgiler kişilerin cinselliği yaşamasında önemli bir etkendir; çünkü kişiler bu bilgilerle neleri yapıp, neleri yapmamaları gerektiğini öğrenmiş olurlar. Öğrenilen, bir diğer deyişle aktarılan yanlış inanışlar kişilerin cinsel yaşamlarında sorun yaşamalarına ve dahası cinsellikte haz ve doyuma ulaşmalarına engel olabilir. İşte bu konudaki yaygın yanlışlara “cinsel mit” diyoruz. Yapılan araştırmalar sadece cinsellikle ilgili mitlerin öğrenilmesinin bile kişilerin yaşadığı cinsel sorunları az...

Travma Ve Akut Etkileri

Ruhsal travma dediğimizde bireyi yada yakınlarını etkileyen doğal afetler  (deprem, sel vb.) ile ortaya çıkan, insan kaynaklı (savaşlar, patlamalar, saldırılar, tecavüzler, iskenceler  vb) olusan ve kontrolümüz dışında ani gelişen (kaza, yakınlarımızın kaybı vb) olaylardır. Bu ve benzeri olaylara karşı bireylerin etkilenme düzeyleri farklılık gösterir. Dolayisiyla ruhsal travmayı olaylarla değil olayların yarattığı etkiler  ile tanımlamak daha doğru olacaktır. Ruhsal travma bireyin ruhsal ya da fiziksel  bütünlüğünü sarsan veya tehdit eden dehşet, çaresizlik, korku duygularının yoğun yaşanmasına neden olan olaylar ve yaşantılardır. Bütün bu yoğun duygular yaşantısal bazı sonuçlara ve günlük hayatımızda bazı zorluklara neden olur. Olayın tekrar tekrar zihnimizde canlanması ya da olayı veya bir kısmını hatırlayamama, rutin işlerimize adapte olmakta güçlük, yoğun duygusal iniş çıkışlar, travmatik olayı içeren kabuslar  ve  bunlara bağlı olarak uykusuzluk ya...