Ana içeriğe atla

Ağzımızın tadı bozulmasın Ali Rıza bey?


Bir dizi ile hayatımıza girsede  bu replik, gerçek hayatta ne kadar çok duyuyoruz farkında mısınız? Aile içinde bir ses yükseldiğinde, o an orada yolunda gitmeyen birşeylere tepki vermek üzereyken, kendi memnuniyetsizliğimizi veya mutsuzluğumuzu dile getirmek üzereyken, hakkımızı alamadığımız iş yerinde zam istemeye niyetlenirken, yolunda gitmeyen romantik ilişkimize dair kendimizi ifade edecekken gibi listelenebilecek   bir çok durumda aklımıza gelen veya ortamdaki biri tarafından hatırlatılan o meşhur ‘dur’ sinyalini veren replik.Sağlıklı olan, aksiyon almadan üzerine düşünmek elbette.Öfke yönetimi ile ilgili sıklıkla önerilir bekleme davranışı. Burada bahsettiğimiz bizi tutan, sınırımızı netleştirmek ve kendimizi ifade etmeye dair adımı durdurmak ve erteleme davranışı.İçinde bulunduğumuz durumun bize iyi gelmediğini hissetmemize rağmen, değişim adına adım atmayı sürekli planlayıp durmamıza rağmen o adımı atacak olmamızın bir bedeli olduğunu biliriz.Vereceğimiz tepki veya koyacağımız sınırın neye mal olabileceğine dair zihnimizde senaryolar kurar, bunlara inanır ve harekete geçmeyiz.Bizi harekete geçmekten alıkoyan, senaryoların gerçekleşeceğine ve varolan düzenin (ilişkinin) bozulmasına dair korkumuzdur. Öyleki bu kaygı ile ağız tadının azaldığının veya olmadığının farkına bile varmayız. O meşhur dizideki gibi görmezden geldikçe sorunlar giderek artar ve tekrarlar. Kaçamadığımız noktada  ilk seferinde müdahale etmemenin pişmanlığını yaşarız.

Herşeyin bir zamanı vardır. Bu zamanı belirleyen ise bizim duruma dair duygusal hazırlığımız ve farkındalığımızdır.Duygularımızın farkındaysak sinyalleri doğru analiz ederek sınırlarımızı ve ihtiyaçlarımızı belirginleştirebiliriz.Bu beceri bizim sosyal yazılımımızla doğrudan ilgilidir.İçinde yetiştiğiniz aile; duyguların konuşulduğu,ihtiyaçların gözetildiği,kendini ifade etmeyi destekleyen ve sınırlara saygı duyulan bir ortam sağlamışsa ne mutlu size, şanslınız  tebrikler..İçinde yetiştiğimiz Türk toplumunu baz alacak olursak bu bahsedilen koşullar bir çok kişi için pek de gerçekçi değil.Çocuk yaşta açlığımızı ve susuzluğumuzu bile biz farketmeden sezen anaların evlatları olarak yetişkin formata da biraz geç erişiriz.İçinde yetiştiğimiz ortam gelecekteki bize miraslar bırakır. Örneğin, aşırı koruyucu ve kaygılı ebeveynlerin çocukları  içlerindeki bu 'aşırı' kaygıyı ebeveynlerinden satın aldıklarını farketmeden hayatlarına devam ederler. Yada mükemmeliyetçi ebeveynler ile büyüdüyseniz , hata yapmak sizin için bir hak değil lüksdür. Bu mirasdan hepimiz payımıza düşeni alırız. Ve  içinizde bu repliği size söyleyen Hayriye hanım çok da uzaktan biri değildir aslında.

İyi hissetmeğiniz durumların sıkça tekrarlanmasına rağmen sizi durduran veya orada tutan şeyin ne olduğunu bilmenin ilk adımı kendinize dürüst olmanızdan geçer. İlk sinyali duygularınız ve bedeniniz verir. Siz onları hazırsanız duyarsınız.Travma öyküsü olan insanlar için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildir. Aynı döngüde  tutan şeyi anlamlandırmak çok daha zordur onlar için.

Yetişkin olmak sorumluluk almayı gerektirir. Hayatınızdaki şeyler ve kişilerin sorumluluğunu alabiliyorken kendi sorumluluğunuzu ne kadar alıyorsunuz ? Duygularınızı ne kadar tanıyorsunuz? Sınırlarınıza ne kadar sahip çıkıyor veya esnetebiliyorsunuz? İhtiyaçlarınızı ne kadar dile getiriyor ya da belirleyebiliyorsunuz? Bu soruların cevapları  önemli. Elbette hiçbirimiz mükemmel değiliz ve içine doğduğumuz aileyi seçemiyoruz. İnsanoğlunun en büyük gücü öğrenebilen ve gelişebilen bir varlık olmasından geliyor. Sonradan da öğrenilebilen şeylerden bahsediyoruz aslında. Terapi süreci tamda bu noktada devreye giriyor. Kişisel farkındalık ve işlevsellik bu sürece karar vermekte önemli bir rol oynuyor. 
Yani bırakın ağzınızın tadı bozulsunki, ikame tatlar yerine gerçek tadınıza ulaşın.

Birgül Gülen
Uzm. Psikolog
Si Psikoloji

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Psikoterapi Nedir Ne Değildir?

Günümüzde artık insanların birçoğu psikoterapiyle ilgili fikir sahibi. Kendileri gitmese bile çevrelerinde psikoterapiye giden kişi sayısı artmakta ve terapi odasına dair anıları dinlemekte, paylaşmaktalar. Fakat psikoterapiyi anlamak için çevreden gelen deneyim aktarımları yeterli değil, hatta kendisi düzenli danışan olan birisi bile içerideki işleyişe tam anlamıyla hakim ve dahil olamayabilir. Peki psikoterapi nedir? Seans odasında neler olur? Her psikoterapistin danışanına yaklaşımı aynı mıdır? Öte yandan psikoterapiden neler bekleyemeyiz? Psikoterapi ne değildir ve olmamalıdır? Psikoterapi, kısaca kişilerin yaşadığı bilişsel, duygusal ve davranışsal problemlerin çözümünü amaçlayan, ruh sağlıklarını geliştiren ve kişinin süreç içerisinde yaşadığı dönüşümü korumak için kullanılan tekniklerin genel adıdır. Psikoterapi dendiğinde aklımıza kesin ve tek bir uygulama biçimi gelmemelidir. Bilişsel Davranışçı Terapi, Varoluşçu Terapi, Psikodinamik, Gestalt Terapisi, Şema Terapi, EMDR (Gö...

Kayıp Sonrası Yaşanan Yas Süreçlerine Bir Bakış

İnsanlık tarihi boyunca ölüm fikrine ve başkasının ölümüne ya da değerli bir parçanın kaybına verilen tepkiler, bu olguları algılayış biçimi değişkenlik gösterse de ölüm karşısında endişe duymak ve sonucunda yas tutmak evrensel deneyimlerdir. Günlük yaşantısında ölümü pek de aklına getirmeyen insan için Antik çağlarda bu durum günümüze göre daha kolay hazmedilir ve doğaldı. Gelişen insanlık tarihi ve teknoloji ile beraber ise ölüm kabul etmesi çok daha zor bir olguya dönüştü. Sevilen ve değer verilen birinin veya bir şeyin kaybı dolayısıyla yaşanan acı olarak tanımlayabileceğimiz yas sürecini de oldukça normal ve sağlıklı olmasına rağmen bugün hayatımıza kabul etmekte zorlanabiliyoruz. Oysaki sevdiğimiz birini ya da bir şeyi kaybetmek hayatın olağan akışına dâhildir ve yaşamla ayrılmaz bir bütündür. Bu yazımızda yas sürecinde yaşanabilecek duyguları Kübler-Ross’un yasın beş aşaması modeline dayandırarak anlatacağız ve yasın bağlı olduğu parametrelerden bahsedeceğiz. İsviçreli psikiyat...

İnfertilite ve Tüp Bebek Tedavisinde Depresyon, Kayıp, Yas Süreçleri

Halk arasında kaba tabiriyle kısırlık olarak bilinen infertiliteyi Dünya Sağlık Örgütü “en az 12 ay korumasız cinsel ilişkiye girilmesi durumunda gebe kalınmaması” olarak tanımlar (Karpat ve Erensoy 2020, 462). Çiftlerin ikisinden birinin üreme organlarındaki sağlık sıkıntılarından meydana gelebilen infertilitenin henüz bilinmeyen sebepleri de olabilmektedir. Türkiye’de infertilitenin yarattığı psikolojik sorunlardan etkilenen taraf daha çok kadınlar olduğu için bu yazımızda kadınların yaşadığı süreçlere ve bu süreçlerde başlarına gelebilen psikososyal sıkıntılara odaklanacağız.  Dünyada her on kadından birisi, Türkiye’de ise evli her 6 kadından birisi infertilite ile karşılaşabiliyor (Koçyiğit 2012, 28). Infertilite, birincil infertilite ve ikincil infertilite olarak iki alt başlık halinde yaşanabiliyor: Birincil infertilite tanımı hiç hamile kalamama durumu için kullanılıyorken ikincil infertilite ise doğumdan önce sonlanan gebelikler için kullanılan bir tanım. Infertilite ile...