Bir dizi ile hayatımıza girsede bu replik, gerçek hayatta ne kadar çok duyuyoruz farkında mısınız? Aile içinde bir ses yükseldiğinde, o an orada yolunda gitmeyen birşeylere tepki vermek üzereyken, kendi memnuniyetsizliğimizi veya mutsuzluğumuzu dile getirmek üzereyken, hakkımızı alamadığımız iş yerinde zam istemeye niyetlenirken, yolunda gitmeyen romantik ilişkimize dair kendimizi ifade edecekken gibi listelenebilecek bir çok durumda aklımıza gelen veya ortamdaki biri tarafından hatırlatılan o meşhur ‘dur’ sinyalini veren replik.Sağlıklı olan, aksiyon almadan üzerine düşünmek elbette.Öfke yönetimi ile ilgili sıklıkla önerilir bekleme davranışı. Burada bahsettiğimiz bizi tutan, sınırımızı netleştirmek ve kendimizi ifade etmeye dair adımı durdurmak ve erteleme davranışı.İçinde bulunduğumuz durumun bize iyi gelmediğini hissetmemize rağmen, değişim adına adım atmayı sürekli planlayıp durmamıza rağmen o adımı atacak olmamızın bir bedeli olduğunu biliriz.Vereceğimiz tepki veya koyacağımız sınırın neye mal olabileceğine dair zihnimizde senaryolar kurar, bunlara inanır ve harekete geçmeyiz.Bizi harekete geçmekten alıkoyan, senaryoların gerçekleşeceğine ve varolan düzenin (ilişkinin) bozulmasına dair korkumuzdur. Öyleki bu kaygı ile ağız tadının azaldığının veya olmadığının farkına bile varmayız. O meşhur dizideki gibi görmezden geldikçe sorunlar giderek artar ve tekrarlar. Kaçamadığımız noktada ilk seferinde müdahale etmemenin pişmanlığını yaşarız.
Herşeyin bir zamanı vardır. Bu zamanı belirleyen ise bizim duruma dair duygusal hazırlığımız ve farkındalığımızdır.Duygularımızın farkındaysak sinyalleri doğru analiz ederek sınırlarımızı ve ihtiyaçlarımızı belirginleştirebiliriz.Bu beceri bizim sosyal yazılımımızla doğrudan ilgilidir.İçinde yetiştiğiniz aile; duyguların konuşulduğu,ihtiyaçların gözetildiği,kendini ifade etmeyi destekleyen ve sınırlara saygı duyulan bir ortam sağlamışsa ne mutlu size, şanslınız tebrikler..İçinde yetiştiğimiz Türk toplumunu baz alacak olursak bu bahsedilen koşullar bir çok kişi için pek de gerçekçi değil.Çocuk yaşta açlığımızı ve susuzluğumuzu bile biz farketmeden sezen anaların evlatları olarak yetişkin formata da biraz geç erişiriz.İçinde yetiştiğimiz ortam gelecekteki bize miraslar bırakır. Örneğin, aşırı koruyucu ve kaygılı ebeveynlerin çocukları içlerindeki bu 'aşırı' kaygıyı ebeveynlerinden satın aldıklarını farketmeden hayatlarına devam ederler. Yada mükemmeliyetçi ebeveynler ile büyüdüyseniz , hata yapmak sizin için bir hak değil lüksdür. Bu mirasdan hepimiz payımıza düşeni alırız. Ve içinizde bu repliği size söyleyen Hayriye hanım çok da uzaktan biri değildir aslında.
İyi hissetmeğiniz durumların sıkça tekrarlanmasına rağmen sizi durduran veya orada tutan şeyin ne olduğunu bilmenin ilk adımı kendinize dürüst olmanızdan geçer. İlk sinyali duygularınız ve bedeniniz verir. Siz onları hazırsanız duyarsınız.Travma öyküsü olan insanlar için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildir. Aynı döngüde tutan şeyi anlamlandırmak çok daha zordur onlar için.
Yetişkin olmak sorumluluk almayı gerektirir. Hayatınızdaki şeyler ve kişilerin sorumluluğunu alabiliyorken kendi sorumluluğunuzu ne kadar alıyorsunuz ? Duygularınızı ne kadar tanıyorsunuz? Sınırlarınıza ne kadar sahip çıkıyor veya esnetebiliyorsunuz? İhtiyaçlarınızı ne kadar dile getiriyor ya da belirleyebiliyorsunuz? Bu soruların cevapları önemli. Elbette hiçbirimiz mükemmel değiliz ve içine doğduğumuz aileyi seçemiyoruz. İnsanoğlunun en büyük gücü öğrenebilen ve gelişebilen bir varlık olmasından geliyor. Sonradan da öğrenilebilen şeylerden bahsediyoruz aslında. Terapi süreci tamda bu noktada devreye giriyor. Kişisel farkındalık ve işlevsellik bu sürece karar vermekte önemli bir rol oynuyor.
Yani bırakın ağzınızın tadı bozulsunki, ikame tatlar yerine gerçek tadınıza ulaşın.
Birgül Gülen
Uzm. Psikolog
Si Psikoloji
Yorumlar
Yorum Gönder